Her hafta gerçekleştirdiğimiz Salı Sohbetlerinin bu haftaki konuğu Çevre Mühendisi Cem Arüv oldu. Arüv ile kentimizdeki çevre sorunlarını konuştuk.
25 YILDIR ŞİRKETİMİN BAŞINDAYIM
Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?Çevre Mühendisiyim. 1978 senesinden beri Antalya’da yaşıyoruz. Dumlupınar İlkokulu Atatürk Ortaokulu ve arkasından da Antalya Lisesi’nden mezun oldum. Sonrasında Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümüne gittim. Cuma günü okulu bitirdim, cumartesi günü evlendim. Şaka değil gerçek. İki ay sonra da şirketimizi kurdum. Şirketimizin bu sene 25’inci yılı. Süreç içerisinde Antalya başta olmak üzere, özellikle 2008 yılına kadar Antalya’da ama 2008 yılından sonra tüm Türkiye’de aktif olarak çevre mühendisliği meslek kollarında hizmet vermeye başladım. Verirken de şöyle bir durumla karşılaştık: Antalya’da insanlar genellikle emekli olduğu için mutlaka bir yerlere dilekçe verirler. Bir yatırımcının Antalya’da başına ne gelecekse, en dibine kadar gelir. Dolayısıyla bu tecrübeler, yani yatırımların gerçekleştirilmesi sürecindeki tecrübeler, bizi Türkiye’nin en az 5 yıl önüne itti. Biz benzer sorunlarla İstanbul’da karşılaştığımız zaman da, adamın yıllardır çözemediği sorunları bir ay gibi bir sürede çözünce çok ciddi bir avantaj sağladık.
TÜRKİYE’NİN TAMAMI HASSAS
25 yıllık süreci değerlendirdiğiniz çevre ile ilgili ortaya çıkan gerçek ne oldu?1992’de şirketi kurdum. Aktif olarak çalışmaya başladık. Eşim peyzaj mimarı. O peyzaj işleriyle, ben de çevre işleriyle uğraştım. Ama şöyle bir gerçeklik çıktı ortaya: 1994 senesinde biliyorsunuz bir ANASOL İktidarı kuruldu. Bu iktidarın kurulması ile birlikte Türkiye'deki izin süreçleri ile ilgili mevzuat altyapısı komple değişti. Başta ÇED Mevzuatı olmak üzere yaklaşık olarak 20'ye yakın mevzuat çıkarıldı ve bu çıkarılan mevzuatlar Türkiye'de yatırım yapılmasına engel olarak cereyan etti. Eskiden sadece hassas yöreler için ÇED raporu hazırlanırken, bütün Türkiye hassas yöre kabul edilince, adam ne yaparsa yapsın ÇED Yönetmeliği’ne tabi hale geldi. Tarım alanlarının tarım dışı kullanılmasına yönelik yönetmelik, işyeri açılmalarına dair yönetmelikler, maden mevzuatına yönelik yönetmelikler, petrol piyasasına yönelik yönetmelikler komple değişti. Size getirilen müeyyideler Türkiye'de bir sanayi yatırımını gerçekleştirmek için 8 bin 677 imza alma zorunluluğu doğurdu. 8 bin 677 imzayı bir saniyede alsanız bile 8 bin 677 saniye yapar. Bir dakikada alsanız 8 bin 677 dakika yapar. Bir günde alsanız 8 bin 677 gün yapar. 8 bin 677’yi, 365’e bölecek olursanız bu şu demektir; Türkiye'de kimse yatırım yapmasın. Yasal olarak vatandaşın biri müracaatta bulunduğunda, kamuya izin süreçleri ile ilgili olarak kendi haline bıraktığında 5 ile 10 yıl arasında yatırımları ile ilgili inşaata başlamak için izin süreçlerini tamamlayabilir, haldeydi… Bizim şirket olarak icat ettiğimiz kısım budur. Neden diğer çevre firmalarında öne çıktık? Biz çevre mevzuatına bağlı diğer mevzuatlar konusunda da uzmanlaştık. İki, bu yatırımların gerçekleştirilmesindeki izin süreçlerinde karşılaşılan zorlukları tespit ettiğimiz için, normal vatandaşın karşısına hiçbir problem çıkmadığında 5 ile 10 yılda yapabileceği bir yatırımı, yatırımcıyı 8 ayda sahaya sokup, inşaat alabilir hale getirip, iş bittikten 1 yıl sonrasında da ruhsat alabilir hale getirebildiğimiz için. Yaklaşık 18 ay gibi bir sürede bu karmaşık süreçleri atlayabildiğimiz için ön plana çıktık.2016 vergilendirme döneminde Antalya’da vergi rekortmenleri içerisinde 77 sırada ilk 100'e girdik. Büyük ihtimalle seneye de aynı şekilde ilk 100’de yer alacağız. Şirketimizde 41 personel çalışıyor. Bunlara bağlı olarak da yaklaşık 200 alt personel var.
BAKANLIK ŞARTLI EVET DER
Antalya'da çarpık kentleşme deniliyor. Bu çarpık kentleşmenin nedeni yöneticiler ve bu işi planlayan mimarlar. Aynı şekilde çevre mühendislerinin de bu konuda payları var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çevre mühendisliği mesleğinin iki özelliği var. Bir ruhu vardır. O da şudur; Doğuştan muhaliftir. 2003 sonrasında değişti. Çevre mühendisliği mesleğinde bir hayır vardır. Yani hayır dersiniz önce. Şartlı evet dersiniz, ama evet demezsiniz. Yani Çevre Bakanlığı hayır demeye programlı bir bakanlıktır. Hiç kimse onun direkt evet demesini bekleyemez. Çevre mühendisliğinden de bekleyemez. Çevre mühendisliği ve Çevre Bakanlığı yatırımlarla ilgili konularda hayır der ve şartlı evet der. Evet demez. Aradaki fark bu.
ÇEVREDEN YANA TAVIR
Bu hayır çevreden yana mı bir hayır? Yatırımcıdan yana bir hayır mı?
Çevreden yana bir hayır. Avukat gibi düşünün. Biri 30 kişiyi öldürüyor ama avukat onu savunuyor. Çevre mühendisliği mesleğinde de sonuç itibariyle bir iş geliyor. Adam gelir diyor ki ben buraya nükleer santral yapacağım diyor. Türkiye'de nükleer santrali konuştuğumuz anda sempatik yaklaşılmadığı ortada.
ÇEVRE SORUMLULUĞU
Bu yapılacak yatırımın çevreye olan zararını dikkate almıyor musunuz çevre mühendisleri olarak?
Kesinlikle alıyoruz. Bizim hazırladığımız raporlar yatırımcının o faaliyeti gerçekleştirebilmesi için, yaptığı yatırım fiyatının neredeyse iki katına yakın ilave yatırım yapmak zorunda kalıyor. Normalde çevre yatırımı gerçekleşmesi planlanan faaliyetlerde yüzde 3’ü- 5’i civarındadır. İzmit'teki TÜPRAŞ Rafinerisi’ndeki çevre yatırım tutarı yüzde 37’dir. Adam 2,5 milyar dolar para harcadı oraya. 2.5 milyar doların yüzde 37'sini çevreye harcadı. Bu çok büyük bir rakam. Çevre mühendisliğinin sağlamış olduğu şey budur.
YÜZDE 70 İŞİ RED EDİYORUZ
Yani siz yatırımcı ile çevre arasındaki dengeyi çevre lehine mi koruyorsunuz?
Esas söylemek istediğim buydu. Bir şey daha anlamanız gerekir. Bizim Antalya’da reddettiğimiz iş sayısı, eğer 100 tane iş geliyorsa, her şeyin üzerine size teminat veririm 70'ini reddediyoruz. Antalya’da ekolojik olarak tehlikeli atıkların, çamurların bertarafı ile ilgili pek çok proje geliyor. Çünkü hibe kredileri var. Adamlar öyle yerlerde bu yatırımları yapmak istiyorlar ki, biz baştan ret koyuyoruz. Eskiden de şöyle bir yatırımcı vardı: Adam düşünüyordu, ben şu yatırımı yapacağım diyordu. Normal vatandaş geliyordu. Artık öyle birisi yok. Artık Türkiye’deki yatırımları siyasi gücü olan insanlar yapıyor.
EMPERYALİZM ÇEVREYİ KULLANIYOR
Çevre gibi konuyu çevre mühendislerine rağmen koruyamıyorsak bizler nasıl koruyacağız?
Çevre mühendislerine rağmen koruyamıyorsak değil, olay şu; çevre konusunun gündeme gelmesi hususu emperyalizmin bir oyunu. Bunun altını çizerek söylüyorum. 2006 Davos’ta, 3 tane karar var. Alınan karardan biri çevre ile alakalı karar. Yani çevresel sorunların dünya genelinde daha çok gündeme getirilerek aktif hale getirilmesi ile alakalı. Bunu aktif hale getirirken ne yapıyorsunuz? Bu çevre ile ilgili sorunları tüm siyasi kadroların alt taşeronları kullanıyor. Yani adamın biri Antalya için hayırlı bir proje yapmaya kalkıyor. Ama siyaseten birisi onu kullanarak siyasilerin üzerine baskı yapıyor. Çevre böyle bir konu değil. Çevre senin de, benim de çevrem. Hepimizin çevresi. Siyasete alet edilebilecek bir konu değil. Ama ne oluyor? Sen orada tek başına kalıyorsun. Bugün Alakır Çayı’na bir HES yapmak doğru bir yatırım mı? Ama buna siyaseten bakıyorsun anormal bir yatırım oluyor. Ya da golf sahası yapmak Antalya’da doğru bir yatırım mı değil mi? Boğaçay Projesi, Konyaaltı Sahili Projesi doğru bir yatırım mı değil? Siz bununla ilgili ne söylerseniz söyleyin siyaseten iktidarın yapacağı bir yatırıma karşı bir hamle olarak değerlendiriliyor. Olay çevre olmaktan çıkıyor. Eğer iktidar sahibi adam güçlüyse, size rağmen yapıyor her türlü şeyi. İkinci olarak eğer sivil toplum baskın geliyorsa, yapacağı yatırımın belli bir kısmından vazgeçiyor. Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi. Burada soruyorum Gezi Parkı’ndaki ağaç önemli miydi? Simgeydi. Ama olay nereden çıktı? Bir ağaç yüzünden çıktı. Bu işte emperyalizmin bir oyunu. Kullanıyorlar. Emperyalizm çevreyi kullanıyor. Yani masum vatandaş çevreyi kullanamıyor ama emperyalizm çevreyi kullanarak halkın üzerinde bir tahakküm yaratıyor. Bu analizi doğru yapmamız lazım.
ÇED RAPORU ŞANTİYE EL KİTABIDIR
Doğal kaynakların hoyratça katledilerek, kar elde etme amacına karşı çevrenin korunması için nasıl önlemler alınmalı?
ÇED raporu nedir biliyor musunuz? ÇED raporu bir şantiye el kitabıdır. Elinde ÇED raporu olmayan bir proje mühendisi gördüğünüz anda o şantiyede çevresel tedbirlerin doğru alınmadığını söyleyebilirsiniz. Kamu kurum ve kuruluşları zaten olumlu görüş vermediği takdirde bizim ÇED raporu hazırlamamız mümkün değil. Dolayısıyla ÇED’in vatandaşlar nezdinde doğru algılanmasına ihtiyacı var. ÇED bir izin belgesi değildir. Tarım Bakanlığı’na gider, görüş istersiniz. Bakanlıktan iki mühendis sahaya gider. Olumlu görüş yazar, gönderir. Ama ÇED öyle değil. ÇED raporuna girdiği zaman süreç, en az 11 kamu kurumundan görüş alınır. O görüş neticesinden toplantıda müteahhit değerlendirilir. Bunun neticesinde kamu bir karar verir.
AİDİYET DUYGUSU YOK
Antalya dünya kenti diyoruz ama yıllardır o güzelliğini anlatan bir çevre olmaması neye bağlı?
Diğer kentlerin şöyle bir özelliği var: Yerleşik yapı itibariyle yaşayan halkın önemli bir kısmı, o ilin yerlisidir. Antalya’da ilin yerlisi yok. Antalyalıyım diyen 100 kişiden 3’ü gerçekten Antalyalı çıkar. Bakın kendi memleketine sahip çıkan kişi çevrecidir. Antalya’da, Antalyalı yok ki giriş kapısını düşünsün. Böyle bir boyutu var. Ben dışarıdan gelen bir yönetici olduğum zaman benim öncelikli konumun bu olmuyor. Ama Antalyalı olduğu zaman bu duruma farklı bakar. Sahiplenme güdüsü var. Aidiyet duygusu yok şehirde. İki, şehrin yapısından kaynaklanıyor. Antalya’da 1982’de Turizm Teşvik Kanunu yayınlanıp, turizm açıldıktan sonra öyle bir gelişme süreci yaşandı ki, belediyeler yerleşik halkın sorunlarını çözmeye yetişemedi. Ne zamana kadar yetişemedi? 2004’e kadar yetişemedi. Öncelikli hedef Antalya’nın altyapı sorununu çözmek, yol problemlerini çözmek. Hep bunlar üzerinde yoğunlaştılar. Bir plan yapıldı. 1971’den itibaren hazırlanan7’nci plan. Planların hiçbiri birbiriyle uyumlu değil.
BİRİLERİ ZENGİN OLDU
1982 sonrası Antalya gelişmeye hazır değildi ve yerel yönetimlerin yapmaya çalıştıkları da yanlıştı. Günü kurtarmak için yapılan hizmetlerdi diyebilir miyiz?
Antalya’da yaşanan çevre sorunlarının tamamı bir planlama sorunundan kaynaklıdır. Turizmin beklenenin ötesinde büyümesinden kaynaklanan sorunlardır. Bugün Boğaçayı’ndan kum, çakıl ocağı sorunundan bahsediyoruz değil mi? Bunun sebebi nedir? Çünkü o kadar çok betona, kum, çakıla ihtiyaç vardı ki... Antalya’dan en büyük kum, çakıl ocağı ruhsatını kim aldı biliyor musunuz? 1994 senesinde Akdeniz Sağlık Vakfı aldı. Bin dönüm aldı. Antalya’da şu an oturduğunuz binanın sıvası Lara kumu. Hep inşaatlarda kullanıldı. Şaka değil bu. Bin dönüm ruhsat verdi Özel İdaresi. Kayıtlı bunu açın, bakın. Boğaçay diyorsunuz. Orada ne vardı? Gidip baktığınızda orada eski kum ocağı kalıntısı görürsünüz. Yaklaşık olarak üst havzada 20 metreye yakın malzeme alınmış durumda. Özel İdare’deki kayıtlara bakın. Bu malzemenin rüsumunu Özel İdare aldı mı almadı mı? Dönemin Konyaaltı Belediye Başkanı Hasan Taşlık, Boğaçay’ın kapısına bir kulübe koydu. Gelenden para alacağım diye, mahkemeleştiler. Boğaçay ile ilgili 1995’te mahkeme kararı çıkarttırdı. Malzeme alımı engellendi. Ondan sonra ruhsat verilmediği için millet, kaçak olarak 2004 yılına kadar malzeme çekti. Hala çekiliyor. Devlet yasakladı ve kaçak malzeme alınmasını serbest bıraktı neredeyse. Aksu’da da aynı şey yaşandı. Bu nedir? Malzemeye ihtiyaç var. Sen devlet olarak ruhsatlı ocakların önünü açmadın, kaçak olarak malzeme alınmasına sebep oldun. Bunun neticesinde bir çevre felaketi çıktı ortaya. Birileri de zengin oldu.
Türkiye'de yer altında petrol olup olmadığı ile ilgili görüşünüzü soracağım. İkinci olarak da Türkiye'nin çok fazla yeraltı zenginliği var. Önümüzdeki yıllarda onlarla ilgili bir çalışma yapılıyor mu? Nasıl çevresel sorunlarla karşılaşacağız?
Son 10 yılda TPO tarafından açılan kuyuların sayısı 250. Bunun 249’un da bulundu. Boş çıkmadı. Devlet şunu yapıyor; Burada rezervler var. Ben bunu biliyorum, bir şekilde koruma altına almam lazım. Hangi mevzuatta koruma altına alırım diyor. Milli Park ilan ediyor orayı. Bir dönemde Hatay'da yabancıların bol miktarda mülk alması söz konusuydu. Bir anda Hatay turizm bölgesi ilan edildi. Neden? Yerel idareden izin alıp, birtakım yatırımlar yapmasınlar, bakanlık izin versin diye. Diyor ki Turizm Bakanlığı; ben buradaki yatırımları kontrol edeceğim. Bir kontrol mekanizması daha söyleyeyim. İşyeri açma çalışma ruhsatına yönelik bir yönetmelik var biliyorsunuz. Kim çıkarıyor bu yönetmeliği? İçişleri Bakanlığı çıkarıyor. Sen ruhsatı aldığında 30 gün içerisinde kamu ilgili mercilere İçişleri Bakanlığı bildirmek zorunda. Otomatikman kayda giriyor, ruhsat. Peki, o ruhsat işlemlerini yapan kişiler kim, İçişleri Bakanlığında? MİT, emniyet istihbarat. Kontrol altına almak için devletin böyle mekanizmaları var. Türkiye'de bu tarz rezervler var.
SİT ALANLARI
SİT dereceleri değiştikten sonra kimse tarafından bir tepki oluşmadı. Şu anda birçok yer elden gidiyor. Meslek odaları neden buna bir tepki göstermiyor?
Ses çıkmamasının sebebi şu olabilir; Bir; bazı yerler var ki SİT alanı içerisinde kalmış ama adamlar mağdur. Nasıl mağdur? Adam köylü orada yaşıyor çocuğuna evlendirecek. Ev yapamıyor.
Bunun farklı bir çözüm yok mudur?
Farklı yerde bedelini ödemek kaydı ile kamulaştırma yapabilirsiniz. Üç ağızdaki bir arazinin bedeliyle Arapsuyu’ndaki arazinin bedeli aynı değil. Orada bir trampaya gidebilirsiniz. Özellikle SİT alanı içerisinde kalmış köy yerleşik yerleri ile alakalı olarak akıllıca çözülmüş imar planlarına ihtiyaç var. Halkın bir mağduriyeti söz konusu. Adam yüzlerce yıldır orada yaşıyor. Sen ona buradan kalk git diyemezsin. Mümkün değil böyle bir şey. Orada yapılacak şey, bu adamların burada yaşamasına imkan vereceksin ama ilave yapılaşmanın da önünü tıkayacak, altyapısı ile çözüm üretecek yerler olacak. Türkiye'de koruma altına alınmış alanların en büyük handikabı nedir biliyor musunuz? Onlar doğal bir çöplüktür. Bakımsızdır. Bir tuvalet bile bulamazsın. Türkiye'de koruma altına aldığımız zaman hiçbir şey yapmamak anlamına geliyor. Türkiye'deki algı da işte böyle bir sıkıntı var. Bu çözülebilir mi? Evet çözülebilir. Planlama hususu ile çözülebilir. Çevresel anlamda alınacak tedbirlerle çözülebilir. Mülkiyet sorunlarının çözümü noktasında oturulup, Antalya gibi bir yerde zaten düşünülmesi gerekir. Antalya’da mülkiyeti çok parçalanmış. O parçalı mülkiyetin çözülmesi lazım. Kanun hükmünde kararname var. Buna göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndaki kuruluşun hakkıdır bu. Orada bu SİT alanlarının ilanı ile ilgili olarak yasal düzenlemeler söz konusu. O düzenlemeye istinaden kurullar oluşturuluyor ve bu kurullarda kararlar veriliyor. Burada karar veren hakim oradaki yerel idare. Yani Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nün inisiyatifinde olan bir karar değil bu. Kurulların inisiyatifinde olan bir şey.
BOĞAÇAY’DA ÇOK CİDDİ MALZEME VAR
Boğaçayı, Konyaaltı Sahil Projesi, Kurvaziyer Liman Projesi’nin yapılmak istendiği yerlerde projeler nasıl değerlendirilir? İkinci olarak denizlerimizin durumu kirlilik açısından en durumda?
Boğaçayı’nın az önce turizmin gelişmesinden doğan yan etkileri sebebiyle hoyratça kullanıldığını ifade ettim. En son 6 yıl önce gitmiştim oraya, geçen gün de gittim. Benim gözlemlerime göre burası 6 yılda 1 metre 20 santim dolmuş durumda. O aşağıda geçen köprü var ya orada delikler vardı. O delikler yukarıdaydı. Oralar hep dolmuş. Bu şu anlama geliyor: Boğaçayı’nda yukarıdan gelen çok ciddi malzeme hala var. Benim 2005 yılı öncesinde yaptığım incelemelerde, yamaçlarda 5 santim kalınlığı gördüm. Şelale gibi akan su var orada. Yoğun yağmurlarda çok ciddi anlamda malzemeyi vadiye topluyor ve dolduruyor. Bu doldurmak öyle bir olmuş ki zamanında, oradaki alüvyon kalınlığı 170 metre. Yani Boğaçay Havzası’nda; siz kum, çakıl almaya kalkacağım dediğiniz zaman 170 metre derinliğe indiğiniz anda hala alüvyonla karşılaşıyorsunuz. Buzul çağından sonra denizin yükselmesi ile art alanı basmış. Sedimentler çökelmiş. Üst bölgeden gelen alüvyonlar o bölgede toplanmış. Daha sonra üst bölgeden gelen suların taşımış olduğu malzeme sahili kapatmış ve art olan da bir göl oluşmuş. Lagünden bir göl oluşmuş. Arapsuyu dahil olmak üzere o bölgeye komple gölmüş, bundan 10 milyon yıl önce. Oradan sonra bu su çekiliyor. Sular yaklaşık olarak 20 metre yükseliyor buzul çağından sonra. Sonra bu sular geri çekiliyor. Sular geri çekildikten sonra Boğaçay Havzası ortaya çıkıyor ve Konyaaltı Plajı meydana geliyor. Benim teknik anlamda konuşmam gerekiyorsa bir Boğaçayı Irmak ağzı düzenlemesi mutlaka yapılmak zorunda. Irmak ağzı dediğim yerde boşalımı sırasında mutlaka mendirek yapılarak derenin ve malzemenin akışı sağlanmalı.
700 BİN M3 MALZEME VAR
Peki, bu denizin suyu içeri set çekmez mi?
Ben gelmeden önce kot çalışması yaptırdım haritacı arkadaşlarımıza. Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış olduğu açıklamaya göre 750 metre civarında içeri girmeyi amaçlıyorlar. 750 metre dediğinizde bir buçuk metre su tabakası oluşturacağım diyor. Kot 2 metre. Bir km’de 3 metre. 2 km derinliğe girdiğiniz zanda 8 metre. 750 metreden hesaplayacak olursanız yani orada 2 metre kot, bir buçukta aşağı inmek zorundasınız ki, deniz içeri girsin. 4 metre civarındaki bir malzemenin alınması durumunda yaklaşık 700 bin metreküp malzemenin çekilmesi lazım. Ama bu proje finansman açısından da zor bir proje. Yani finansı oradaki mevcut alüvyondan karşılayamadığınız takdirde sıkıntı yaşayabileceğiniz bir proje. Olayın bu boyutunu da düşünmeniz lazım. Bu malzemenin alınması lazım, denizin içeri sokulabilmesi için. İki, tabi deniz içeri alındığı zaman ister istemez hemen Hurma su kaynakları var biliyorsunuz. Ama anladığım kadarıyla Büyükşehir Belediyesi bir karar vermiş. Ben artık Hurma su kaynaklarını şehir şebekesinde kullanmayacağım diyor. Üst bölgede kuyular açıyor Kırkgöz’ü geliştiriyor. Burada da çok büyük yatırımları var. Dolayısıyla Hurma su kaynaklarından vazgeçilmeden bu projenin yapılması mümkün değil. Bu dere yatağından malzeme alınmalı mıdır? Dolayısıyla burada Boğaçay Projesi gerçekleştiği takdirde üst bölgede malzeme tutulacak. Alt bölgede de derinliğin korunması için iki yada üç yılda bir tarama gemisi gelecek ve buradan malzeme mutlaka alınacak ve temizlenecek. Bu teknik anlamda yapılmak durumunda. Çevresel etki dediğiniz anda yeraltı sularına etkilerinden bahsedebiliriz. Çevresel etki dediğiniz anda, o bölgedeki yapılaşma var olan doğal dokunun ister istemez bozulmasına sebep olacak. Bununla ilgili yapılması gereken altyapı yatırımları var. Konyaaltı’nın şöyle bir talihsizliği söz konusu. Konyaaltı’nda ilk imar planı yapıldığında biz 1990’lı yıllarda karşı çıktık. Çünkü bir yeri siz imara açtığınız anda, o yerin çevresindeki arazilerinden imara açılmaması söz konusu olmuyor. Çünkü genişleyen bölge olarak o bölgeler görülüyor. Bu alan tarım arazisi de olsa, başka bir arazi de olsa, ister istemez burası imara açılıyor ve genişliyor. Konyaaltı ile ilgili imar planı kararı alınması radikal bir karardır. 90’lı yılların günahıdır. Çevre ile ilgili gerek planlama ile ilgili, gerekse faaliyetlerdeki sorunlar aslında bir bekâret sorunudur. Yani siz bir yeri imara açtığınızda arazi kullanım kararını veriyorsunuz yani bekâretini bozuyorsunuz. Bekâreti bozduktan sonra da istediğiniz gibi kullanıyorsunuz.
BÜYÜK PROJELERE İHTİYACIMIZ VAR
Çevreye etkilerini vs. görmezden gelirsek bu projenin Antalya’ya ne gibi faydası olacak?
Çok sık yurt dışı gezisi yapan biriyim. Özellikle gemi turlarına çok fazla gidiyorum. Avrupa’nın, Afrika’nın tamamını, Kanada hariç Amerika kıtasının tamamını, Çin dahil olmak üzere pek çok yere gittim, gezdim, gördüm. Gitmiş olduğumuz kentlerin mutlaka gezip dolaşabileceğin, oturum dinlenebileceği yerleri var. Dolayısıyla Antalya’ya gelen turist olarak değerlendirelim. Buradan Kaleiçi’ne gitmek bile sorun. En yakın turistik yerimiz orası. Onun dışında şehir merkezinde turist çekecek bir yapı, organizasyon söz konusu değil. Orası şunu net bir şekilde sağlar: eğer çevresel anlamda bir takım alt yapı yatırımlarının yapılıp, tedbirlerin alınması sonrasında Beverly Hills tarzı bir yerleşim, artı orada gerçekleşmesi gereken bir takım faaliyetler, film stüdyoları falan yapılacaksa çekim merkezi olabilir. Antalya’nın böyle bir projeye ihtiyacı var mı? Evet var. Bu taraz büyük bir projeye ihtiyacı var. Yoksa Antalya ölü bir şehir.
YER SEÇİMLERİ YANLIŞ
Liman nereye yapılmalı?
Lara ile ilgili kopan gürültüleri hepimiz biliyoruz. Benim şahsi önerim çok netti. EXPO, Antalya zeytin bahçesi arazisinin yapılması gerekirdi. Çok netti. Yanlış yere yapıldı. Antalya Stadyumu yanlış yere yapıldı. Dokuma Pil Fabrikası’nın olduğu yere yapılacaktı stat. Kurvaziyer limanın yeri de yanlış. Kurvaziyer liman şehir merkezinden uzak olamaz. Bence Kaleiçi’ndeki limana bir mendirek uzatılmalı. Oraya kurvaziyer liman gemilerin yanaşacağı şekilde yapılmalı. Lara, maalesef Bekir Kumbul döneminde kimliksizleştiriliş bir yerdir. Kim oraya el attıysa elinde kalmış bir yerdir. Çok acı bir şey ki en önemli yerlerden bir tanesidir. Ama atıl durumdadır. Bekir Kumbul orada Beach Park benzeri bir yer yapmaya çalıştı. Ama gerekli vizyonu olmadığı için bu hale geldi. Biz zannediyoruz ki burada birtakım yatırımlar yapılsa, çevre elden gidecek. Hayır, kardeşim bu düzgün yapılabilir. Git Los Angeles’ı gez. Oraya iskele yapılabilir. Halkın kullanabileceği bir iskele yapılabilir. Halkı için Antalya’da yapılmış ne var? Türel’i severiz sevmeyiz. Bakın ben savunmak için de söylemiyorum bunu ama Antalya’nın vizyon kalacak bu projelere ihtiyacı var. Pek çok alternatifler sunulabilir ama biz bunları konuşmuyoruz. Neyi konuşuyoruz? Deniz içeri girdi, deniz tuzlandı. Mutlak çevresel bir etkisi olacaktır. Boğaçay Havzası’ndaki yer altı suyu bir buçuk metre. Çakırlar’ın kotu kaç? 50 metre, 70 metre. Boğaçay’da dökülen yeni yerin kotu kaç? Sıfır. Bütün Konyaaltı alüvyon olduğu halde neden yer altı sularına sızma olmuyor? Çünkü art alandaki tatlı suyun basıncı denizden gelen suyun basıncını dengeliyor. Biz bu projede bu basıncı kıracak bir hamle yapıyoruz. Deniz suyunu içeri alıyoruz ve içeride tuzlanma yaratmasına neden oluyoruz. Ama yukarıdan gelecek olan tatlı su basıncı yenecektir. Tuz her zaman betona zarar verir.
DENİZDE KİRLİLİK YOK
Sahil projesi kapsamında yat limanı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mevcut yat limanının mendireğinin iyileştirilerek kurvaziyer ile birlikte oraya yapılmasını doğru buluyorum. Deniz kirliliği ile ilgili olarak biz Alanya’da başlayacak Kaş’a kadar bütün su analizlerini inceledik. Analizlerde yüksek bir kirliliğe rastlanmıyor. Ama zamanında yapılan çok ciddi çevresel yatırımlar var. Bu yatırımlar sayesinde denizdeki biyolojik kirlilik çok ciddi miktarda düşmüş durumda. Bununla birlikte kontrolsüz ve kaçak deşarjlar sebebiyle bazı bölgelerde mesele Belek ile Kundu’nun birleştiği yerde bin 100 üzerinde, Dünya Sağlık Teşkilatı’nın standardı 400’dür.şu anda Antalya’da mavi bayrağı hak ederek alan çok plaj var. Bir de Antalya’nın avantajı şehrin içinden denize girilebilen tek yer olması. Dünya’da tek yer. Bu denizler temiz kaldıysa zamanında Turizm Bakanlığı’nın akıllı yatırımlar, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış olduğu akıllı yatırımlar, Hasan Subaşı’ndan tut Menderes Türel’e kadar herkesin emeği vardır. Onların yapmış olduğu çevresel alt yapı çalışmaları sayesinde deniz temiz kaldı.
İÇME SUYUMUZUN DURUMU
Antalya içme suyu bakımından giderek dar bir alana hapsoluyor. Biz içme suyu kaynaklarımızı kullanma noktasında biraz hoyratça kullanmıyor muyuz?
Hurma’nın yer altı suyu kaynakları kullanılacak mı kullanılmayacak mı? Şehrin göbeğinde bir tatlı su kaynağından bahsediyoruz. Sonuç itibariyle bunu kararını otorite verecek. Eğer otorite bunu alternatifini sunuyorsa eğer o noktada bir durmamız lazım. Hangi alternatiflere göre bu kararı veriyor, ona bakmamız lazım.
Yorumlar
Kalan Karakter: